Ne sıcak bir gündü ya rabbim! Su gibi olduk, ama yine de keyfimiz yerindeydi. Feraye Cafe Kemeraltı’nda butik bir mekan, antikacı olduğu için Tango için yapılmış sanki. Bizim müziğimiz ve dansımız da Feraye gibi ve içindeki objeler gibi eski, çok yakışıyoruz birbirimize.
Buradaki ilk Milongamızda aynı anda 25 çiftin avludaki rondaya sığdığını görmüştüm. Bugün sayımız neyse ki daha azdı, geniş geniş dans ettik. İstanbullu misafirler, sevgili İrfan’ın asistanlığını yapan genç tangocular, İzmir’in Tangueroları, Caminito ailesi oradaydık ve sevgili Dilşad’ın doğum gününü kutladık. Bir yaş daha büyüdün Dilşadcım, nice mutlu yıllara.
Elifle biraderimiz Burak ve yeğenimiz Yasemin de geldiler ve dansa katıldılar. Yasemin Tango Sineması projesi için karakter seçimi yaptı. İyi adam, iyi kadın, kötü adam, pis adam, çirkin adamı buldu. Ortalığı karıştıran ve yoldan geçen figüran rolleri de tamam, ama henüz kötü kadını bulamadı. Ben henüz senaryoya başlamadım ama yazılmamış senaryo ile Yasemin Hollywood’a gitti ve Oscarı aldı bile. Önce şu kötü kadını bulmamız lazım, nereye saklandıysa artık…
Gelelim müziklere. Önce doğaçlama geceler yapacağıma Ahmet Kepçe’ye verdiğim sözü hatırlatayım. Kökten Piazzollacı olduğum için elimde olmadan kulağım ve elim yenilikçilere gidiyor. De Caro ekolü için hazırladığım gece içinden tandalarla başladım geceye, sonra Troilo gecesine geçtim, oradan aşırdım bir şeyler, Türk Sanat Müziği ile Yunan müzikleri de cortinalara girdi. Ardından daha önce yaptığım Melodikler gecesinden ve Pugliese gecesinden aşırdım biraz. Dönemler için hazırladığım tandalara girmeme gerek kalmadan 3.5 saati tatlı mesut geçirdik.
Geceyi kaydetme zahmetine girmedim. Ama bana şahaneymiş gibi göründü, adamlar ne müzik yapmışlar, Alfredo Gobbi ve Beba Pugliese’yi de çaldım mesela arada, sadece ana akım orkestraları değil. Bolca dansa kalktım, 14 tanda dans ettim, adabı bozmayacak ölçüde insanların da görüşlerini dinleyip zevklerini anlamaya çalıştım, masaya döndüğümde de onların zevki ile benimkinin ortasında bir yerlerde tercihler kullandım, yani gecenin sahibi sadece ben değilim, misafirlerin de tercihleri piste yansıdı. Beba’yı saymazsak 1927 – 1957 arasında seyrettim.
Dans etme kolaylığı, eğitime uygunluğu açısından Donato ve Canaro çok tercih edilir. Macit Şirin hocanın okulunda Çağatay Reyşen müzik yapardı, sıkça çalınırdı bu orkestralar. DJ arkadaşlar Burcu İris Tekin ve Elda Özkalfayan da bu gelenekçileri severler. Sermet Sünnetçioğlu’nun D’Arienzo hakkında ne kadar hassas olduğunu hepimiz biliriz, hele bir atlayın, sopayı yersiniz. Sermet abi ayrıca katı bir biçimde Golden Age’e bağlı kalır. Can kulağı ile dinleyip dersler çıkardığım Ahmet Kepçe çok titiz çalışır, yeni orkestralara yer vermeyi sever, pistin enerjisini sıkça yükseltir. Diyaloglarımızdan anladığım kadarı ile bunu pistin enerjisini yakalamak olarak görüyor. Ben pistin enerjisini yönetmek, piste enerji vermek olarak düşünüyorum. Cumhur Fresedo’ya bayılır, romantik ve melodik yönü güçlüdür, yeni orkestraları ve tarzları kullanmaktan kaçınmaz, risk alır, denemeler yapar. Sevgili Nilay Karasulu’yu Cumhur’a yakın buluyorum. Burçin Aktaş D’Arienzo’yu ve ritmikleri, tabii ki gelenekçileri seviyor ve çalıyor. Sadece birer defa dinlememe karşın Serdar Sungar, Halil Ertekin, Onur Kıra gecelerini dönemsel ve ekol açısından daha karma ve dengeli bulmuştum. Altay Kutbay’ı enerjik, Recep Tunç’u melankolik, Ogün Yavuz’u romantik, Mihran Şigaher’i mutlu hatırlıyorum. Belki de düzenli olarak böyle değillerdir, ben buna rastladım. Özgür Şişik, Gül Özarın ve Özgür Kahveci’yi maalesef dinleyemedim henüz. Ali Şen ve Oğuz Yılmaz da Golden Age odaklı başladılar, bakalım devamı nasıl gelecek. Sevgili İrfan Uğur Üçel de adım attı DJliğe, onun enerjisi ve ritmi yüksek bence, zamanla nereye yerleşecek göreceğiz. Tanışmadığım, dinleme fırsatı bulamadığım ve burada adını anamadığım tüm DJ arkadaşlardan da özür diliyorum.
İstanbul ve İzmir DJlerini karşılaştırırsam en önemli ayrım İstanbul’un eski soundları, İzmir’in ise yeni soundları daha çok sevdiği olabilir. Tabii ki keskin bir çizgi ile ayrılmıyorlar bu konuda.
Bu gece kısacası kendimi tanıdım ve tarzımın adını koydum. Yenilikçiyim, 60 öncesinin yenilikçisi, yani modern orkestralardan bahsetmiyorum yenilikçi derken, Nuevo’dan da bahsetmiyorum, De Caro, Laurenz, Troilo, Pugliese, Maderna, Calo, Demare demek istiyorum, ardından melodikler geliyor, Fresedo ve Di Sarli, en son gelenekçiler geliyor. Gelenekçileri Vals ve Milonga tandalarında çok ama çok seviyorum. Ritim merkezli oldukları için bu türlerde Gelenekçi Orkestralar çok iyiler. 1960 sonrası orkestralardan, özellikle de modernlerden kaçınıyorum. Kendimi tekrar etme riskinden kaçınmak için conceptler yaratmaya ve gecenin, mekanın, dans edenleri özelliklerine odaklanıyorum.
Yine yeni Milonga ve Practilongalarda görüşmek dileği ile.
Caminito Art ekibi adına,
Aren Leon